Köyümüze Işık Olan Öğretmenim: İbrahim Etem SEZGİN
Bizim köy, Zavli (Muratlı köyü); taş yolları, eski evleri ve
ufuğu kararan çocuklarıyla Anadolu’nun bir köyü. O köyde 1952 yılında bir gün,
"Muallim geldi!" diye bir ses yankılandı. Atının üstünde, heybesinde
kitapları ve umutları, yanında hanımefendi eşi ve kucağındaki bebeğiyle gelen
bir öncüydü o: İbrahim Etem Sezgin.
Köyde okul yoktu, metruk bir evi, bir hafta içinde sıcak bir
yuvaya çevirdi. Evin içerisinde "Hayat" dediğimiz o geniş odayı ise,
bizim okulumuz yaptı. Sıraları da umudumuzu da kendi elleri ile inşa etti.
Duvarın bir tarafına kocaman, simsiyah, bir tahta çaktı. Onun bir yanına bez
üzerine yazılmış İstiklal Marşı'mızı, diğer yanına "Ey Türk
Gençliği"ni astı. İkisini de, yüreğimizin titreyişiyle, coşkuyla
ezberletti bize. Tahtanın tam üstüne ise, siyah-beyaz çerçeveli, gururla bakan
bir resim astı: Atatürk... Bize Ulu Önder'i, anlayacağımız en sade, en içten
dille anlattı. Her ders, onunla ilgili yeni bir kahramanlık hikâyesi, yeni bir
devrim anısı dinledik. Bize, yılmadan çalışırsak neleri başarabileceğimizi
anlattı. Bize, köylüye, hepimize kocaman bir özgüven aşıladı.
O, sırtında ceketi, elinde tebeşir tozuyla değil; kucağında
koca bir medeniyet, yüreğinde kıpır kıpır bir aydınlanma sevdasıyla gelmişti.
Okul denen bir binamız yoktu ama o, yıkık dökük bir evi, çocuk cıvıltılarıyla
şenlendirdi. İlk ders, harfler değil, bir milletin onuru olan al bayrağımızı
göndere çekmekti. O bayrak, sadece direkte dalgalanmadı, hepimizin yüreğinde
özgürlüğün rüzgârını estirdi.
Öğretmenimiz, önce harfleri, sonra hayatı öğretti bize.
Toprağa nasıl daha verimli bakılır, hayvana nasıl şefkatle yaklaşılır onu
gösterdi. Ama onun asıl büyük devrimi, kız çocuklarının da bu hayatın bir
parçası, bu ülkenin bir geleceği olduğunu öğretmekti. Anlatırdı ya, o meşhur
hikayeyi... "Okulda 1 numarayı boş tuttum," derdi. "Onu, okula
ilk gelecek kız çocuğuma vereceğim."
Bir gün, Halit Ağa'ya çay fidanlarını gösterip,
"Bak," demiş, "Bu fidanlar 5-6 senede ürün verir. İşte şu
teneffüsteki çocuklar da 5-6 senede okuyup, devletin en güzel kademelerinde
memur olacak." Halit Ağa'nın şaşkınlığı, inancı, sonra da eşine seslenişi:
"Dursun Hanım! Hemen Keriman'ı giydir, saçını tara, okula gönder!"
İşte o an, Zavlı'da zincirler koptu. 1 numara artık bir kız
çocuğunun, Keriman'ın numarasıydı. Ve ardından diğer kızlar... Sıralar, artık
kare-asal sayılardan ibaret değil, eşitliğin simgesiydi.
O, sadece bir öğretmen değil, köyümüzün sevdalısı,
mühendisi, sesiydi. "Bu köye yol yapılmalı, elektrik gelmeli, su sorunu
çözülmeli!" diye diye kapıları aşındırışını hiç unutmadık. Muhtarı yanına
alır, köyümüzün kaderini değiştirmek için dağlara taşlara meydan okurdu.
Benim okul numaram 4'tü. Öğretmenimizin kendi yaptığı sırada,
onun gözlerindeki ışıltıda büyüdüm. O ışıltı, bir çocuğa "Sen de
yapabilirsin" inancı aşıladı.
Ve 23 Ağustos 2025... O ışığın bedenen söndüğü gün.
Tabutunun başında, "Hocam, sen bize hakkını helal et," diyerek
vedalaştığım o an, aslında bir milletin bir öğretmene son borcuydu. Her ayın
ilk pazartesisini, elini öpmek için heyecanla beklediğimiz o günler, artık bir
mezar taşı başında anmalara dönüştü.
Ama inanıyorum ki, Zavli'nın yollarına düşen her elektrik
direği, her akan su, okul bahçesinde oynayan her kız çocuğu, onun ruhundan bir
parçadır.
Ruhun şad, mekânın cennet olsun.
— Tekin KÜÇÜKALİ
Siz de Bir Yorum Bırakmak İster misiniz?